Avsnitt

  • 40 dakikada ne kadar cok konu yer alabilirse o kadar cok konu yer aldi diyebilir miyiz?
    Fotografciliktan, yemek yemekten, vejeteryan olmaktan ve veganligin olayindan, cocuklarin beslenmesinden, yemek fotografcilindaki zor alanlardan, menemenlerin seksi olmayisindan ve spordaki motivasyondan...kim bilir yazmayi unuttugum kac konu daha vardir.
    Konugum Zeynep Isik ama siz onu Larien olarak da taniyorsunuzdur. 
    41 kere masallah diyorum ve podcastimin ilk fotografci konugu olarak da katildigi icin cok mutluyum.

  • Gizem ve Öner'le fotograf cekimi icin bulustugumda, onlara icimin hemen isinacagini ve sonra evlerine gidip bir podcast cekecegimizi hic düsünmemistim.
    Hikayelerini ve hayatlarina kattiklari anlamlari seviyorum. Konfor alanlarini terk edip, 30 yasindan sonra göc etmenin zorluklarini ve bunu nasil üstlendiklerini konustuk.
    Almanyanin kurallari icersindeki özgürlüklerini, kaldirimlarini ve asla sorulmamamizi gereken o önemli soru: ne kadar maas aliyorsun?
    Bir Almana bunu soracagina, küfür et daha iyi diyebilir miyiz? Sanirim diyebiliriz.

    Almanya'ya göc eden Gizem&Öner'in hikayesini dinlerken fonda Nova Beyin sesini de duyarsaniz sasirmayin :)

  • Saknas det avsnitt?

    Klicka här för att uppdatera flödet manuellt.

  • Bu bölümün en güzel yani sonu bence. Sonu derken sonda atilan o kahkaha! 

    Bana en son ne zaman bu denli icten kahkaha attigimi düsündürüyor cünkü.

    Uzun aradan sonra uzun capli, bir sürü konusun olan bir podcast bölümü oldu.

    Bu yüzden ben kisa tutuyorum. Hem zaten neden buradayim kendimi sorgulamam lazim.

  • Cirakliktan ustaliga kadar ayni sirkette kalan ve kariyerini ayni sirkette yükselten bir adamin degisik ülkelerde yasadigi ufak tefek hikayeler.

    Milletler, insanlar, dinler ve farkliliklar.

    Ayni zamanda kendisi enistem olur.

  • Bu bölüme netlik getirmek gerekirse, cok bir sey yazmadan söyle diyebiliriz:

    Bu bölümün konugu benim!

    Evet. Baska konuklar ilginc olabiliyor ama seni de merak ediyoruz demislerdi.

    Ben de bazen kendimi merak ediyorum. Nasilim acaba? Iyi miyim ya ben? Kim gibi degil de, nasilsin iyi misin gibi.

    Bana özellikle Esra Esirci sorular yöneltsin istemistim, cünkü degisik sekilde soru sorma kabaliyeti var. 

    Bayildim. Bayiliyorum. Tesekkür ediyorum.

  • Her nedense sanatçılarla ilgili hep dramatik bir başarı hikayesi duymak isteriz. Sanki bir şeyleri başarmanın yolu hep bu zorlu yollardan geçiyormuş gibi. Yani zaten bir şeyi başarmak gerçekten bu yollardan geçiyor biraz da. Sonuçta bir işin ehli olmak zaten amatör olmaktan başlıyor biraz da. Fakat birisiyle ilgili bir bilgi veya haber yaydığımızda/okudugumuzda olay hep dram dolu yoldan geçiyor, ben de başlıkları böyle atıyorum o halde.

    Cansu, şahane bir arp sanatçısı. Kahkaha dolu sen sekrak sohbetinin arkasında kanlı parmaklarla dolu bir hikaye var. O her ne kadar enstrüman sanatçısı olsa da, taşıması gerektiği ağırlıklar var meslek hayatında. Siz arp çalmayı belki beyaz kanatlı meleklerin uçarak yaptığı sanatsal etkinlik zannetseniz de, 40-60 kiloluk arp'i taşırken hiçte kanatlı bir melek olmadığınızı fark ediyorsunuz. 

    Cansu'nun ağırlıklarla gelen bir boyun fıtığının ardından, tembellik kaldırmayan bir enstrüman tercih etmiş olması, biraz da aileden gelen bir durum. Nasıl? Yeterince dram dolu oldu mu? Güzel de bir başlık bulursam bence gazeteye manşet bile olabilir. Hatta Cansu kendisi bile hikayesinin bu kadar aci dolu oldugunda sasirir. Arp sanatçısı olmayı ve arp'i geniş geniş konuştuk.

    Podcastin başında ve sonunda ufak bir sürpriz var.

  • Bu standart bir Vildan-Aylin muhabbeti.

    Anlayabilmek icin, Vildan'la cektigim ilk bölümü (No. 10 - Dert bakiyeniz dolmustur) hatirlamanizi veya eger henüz dinlemediyseni dinlemenizi tavsiye ederim.

    Yoksa bazi kisimlar bos ve anlamsiz kalabilir, hos kalsa bile, belki bazen öyle gerekir.

    Konu cok. Soru cok. Cevaplar her zamanki gibi iddiali ve 2 ay sonra bütün bu iddialarin ne kadar asilsiz oldugunu dahi konusabiliriz.

    Anlik. Cünkü hayat biraz da böyle bir sey. Hele ki bu zamanda.

    Bu kadar. 

  • Bir yıl önce Türkiye'den Almanya'ya yerleşen komşumla "göç" hakkında uzunca sohbet ettik. Göç sebebi, Galatasarayın maçlarından vazgeçişi, zorluklar, kolaylıklar...

    Doğuda mı, batıda mı derken nihyaet güney Almanya'da yaşadığımıza kanaat getirdik. İstanbul'dan 1200 nüfuslu bir köye yerleşmenin ne demek olduğunu bolca anlattı. Ben de kendi dilini kutsallaştırmış bir köyde neler olup bitiyor anlattım biraz.

    Hem Almanlar hakkında, hem Türkler hakkında ileri geri konuştuk. E haksızlık olmasın şimdi.

    Sonuç olarak şu kanıya vardık, az biraz cahil olunca, daha da keyifli oluyor hayat.

  • Eskiden beri takip edenler ezberledi, yeni takip edenler için söylüyorum. Mesleğimin en sevdiğim yani sürekli yeni insanlarla tanışıyor olmak. Bazen bu yorucu olsa dahi, bana kazandırdığı dostluklar ve arkadaşlıkları paha biçilmez.

    #uzaylılarlakonuşankiz 33. Bölümde ayak üstü sohbet edip tanistigim bir kadin var. Yillar icinde aramızda sessiz, sakin ve usulca olusan bir arkadaslik bizimkisi. Esra. Moda Tasarımcısı olan bu şahane kadın, defilelerde neden abuk sabuk, asla giyilmesi mümkün olmayan şeyler olduğunu anlattı bana. Bu tuhaf defileleri sevmeye başladım sayesinde. Moda'da aşırı zayıflikten ve kilolu olmaktan konuştuk biraz. Biraz selülit, biraz filtreler, photoşoklanmış hayaller ve neticede medyadan dolayı çoğalan estetik ameliyatlarından bahsettik.

    En çok ama kadınlardan. Erkek kadın eşitliğinden. Seksapelin yüksek olduğu kıvrımlardan. Kadınlıktan. Erkeklikten. Hatta feministlerin memelerinden ve erkeklerin de penislerinden.

    Konular derin ama konular çok gerçek.

    #uzaylılarlakonuşankiz yeni bölümü profilde linkte.

    Ayrıca Apple Podcast + Spotify + Android Podcast App'lerden dinleyebilirsiniz.

  • Vitrü, Vitir, Vitaş ve hatta veni vidi vici deseniz bile, bir gün ağzınıza yerleşiyor bu isim. Vitruvius. Birden hop diye söyleyebiliyorsunuz. Üstelik sadece mimarların veya tasarımcıların değil, herkesin tanıması gerektiği ve hayatına uygulamasını gerektiği felsfefesini benimsemenizi öneriyorum: Utilitaş - Firmitaş - Venustas yani Kullanışlılık - Sağlamlık - Güzellik (estetik).

    Ben bölümleri hazırlarken tamamen hazırlıksız yakalıyorum herkesi. Kendimi dahil. Aklımda kurduğum bir kaç soru olsa da, normal bir sohbet gibi aksın istiyorum. Akıyor da çoğu zaman. Mesela Seda'ile "sadece" kurdukları kombucha atölyesini konuşmak istemiyordum. Bizim bir sürü manyak manyak tespitlerimiz oluyor. Fakat o gün aslında nasıl başladıklarıyla ilgili merakım oluştu. Kombucha konusu bana yabancı değil. Çocukluğumun bir parçası. Annemin bana zorla içirdiği bu zengin içecek, zamanla vazgeçemediğimiz bir şey olmustu ve bir gün uzun bir tatilden döndükten sonra mantarimizi hayatina son vermisti.

    Sevdiğim iki insan da kombucha üretmeye başlayınca, teeee çocukluğum geldi aklıma. 

    Tasarım sürecinden, benim çektiklerimden ve Seda'nın kendini sorgulamasindan konuştuk. Ayrıca iki mimarın, bambaşka bir ürünle meşgul olup, yine de kendi imzalarını nasıl attıklarını dinledim.

    Ne diyeyim Seda, giybet dolu tespitlerimizi bir başka bölüme saklıyorum o halde.

    Ayrica bu bölüm reklam bölümü gibi oldu.

    Keşke öncesinden para isteseydim. Hiç bilmiyom bu işleri.

  • SUMMER EDITION BÖLÜMÜ

    Geçen hafta nur topu gibi 35 yaşım oldu.

    Güzeldi. Sevdim. Ailem ve aile dostlarıyla şahane bir akşam partisi düzenledik.

    Aslında planlarım farklı şekildeydi. Fakat planlar malum, eskisi gibi uygulanmıyor.

    Uzakta olanlarım o kadar cok ki, ama neyse ki onlar kendilerini yakın hissettirmesinin yolunu bulup beni çok mutlu edebiliyorlar.

    Onlardan biri Cansu ve Serhat.

    Bu bölümü dinledikten sonra, hala daha inanmayanlar varsa aranızda, ne kadar şahane bir insan olduğumu başkaları tarafından dinleyip kanıksayıp, içselletirebilirler.

    Hiç bu kadar iltifatı bir kerede duymamıştım.

    Ayrıca ben Etiçin çok severim ve her Eti-Cin yedigimde dilek tutarim..."nolur tanrim kilo almayayim" diye...

    Valla şimdi ne yalan söyleyeyim, iyi ki de doğdum be.

  • Yaz geldi. Aylardan Temmuz.

     Bu bölümle Eylüle kadar ufak bir mola.  Yaz sezonu seysi yani.

    Arada "summer edition" bölümleri olacaktir.

    Bu bölüm ismindan anlayacaginiz üzere "KOCAMAN" ile cekildi.

    Birbirimizi kirbaclar gibi, sorulari sorduk.

    Herkese tesekkürler. 

    Iyi günler. 

  • 35 yıldan beri tanıdığım bir insanı konuk ettim bu kez. Arkadaş, dost, en iyi, en yakın, en çok beni bilen biri.

    Nasıl tanıştığımızla ilgili bir bilgimiz dahi yok üstelik.

    Hayatla olan savaşımız hep kendimizle ilgili. Bir araya gelince en çok sevdigimiz konu, bu hayatin bizi tam olarak nereye sürükledigi ve bizimle neler yaptigi ile ilgili olsa da, bazen valla komsunun kizini da cekistirip dururuz. 

    Nasıl oldu da, hiç kavga etmeden, hiç küsmeden, hiç birbirimize trip atmadan ve yanlış anlaşılmalara yol açmadan böyle birbirimize bağlı kaldık bundan bahsettik biraz. Kendi degerlerimizi baskasi üzerinde nasil yasayabiliriz onun tartistik.

    Ve dedik ki, bi 35 yıl daha sürdürürüz biz bu ilişkiyi, cünkü bazen birbirimizden baska kimsemiz kalmiyor.

    Sonuç olarak bu bölümde aşırı övgü var. Ben şimdiden sıkıldım bak Neslihan - bu nasil dostluk böyle.

  • Bir gün Elvinlerdeyim, her birimiz bir koltukta, birisi çay içiyor, birisi kahve, kimi tantuni mi yesek diyor … aslında tantuni yemiyoruz ama benim aklımda o tantuni diye kalıyor. Böyle böyle bir çogu basit gibi görünen ama şahane ötesi olan anılarımız var.

    Bir gün formeo-dessert'te oturmuş, birimizi kahve içiyor, birimiz çay, hayatın derinliğinden ve hayallerimizin uçsuz bucaksız oluşundan konuşuyoruz...basit bir sohbet ama bir güzel, bir güzel.

    Bir gün yine Ankaradayım ve Elvini sadece 5 dk görebiliyorum. Onun elinde çay, benim elimde kahve.

    Bugün bu satırları yazarken, aklım Elvinde, muhtemelen elinde çay benim de kahve … bizi ayıran tek şey buymuş diyorum. Ama bir Karadeniz kızının eline de o taze ve canlı çay yakışıyor işte. Ben de tam Alman, alışmışım zehir zikkim içmeye.

    Sohbet ediyoruz. Sanki gece saat olmuş 1, koltukta son kalana cümlelerimizle adam akilli cümle kurmaya çalışıyoruz. Ve ne gariptir ki, hepte kendi hayatımızı sorguluyoruz ama soncuc olarak tıpkı bu bölümde olduğu gibi, konu konuyu açıyor ve sonunda kazanan hep biz oluyoruz. E bizden iyisi mi var canim ... aaaa...!

  • Ben Esranın yazılarını çok çok çok uzun zamandır biliyorum. Edebiyata olan sevdasını, okuduğu kitapları, yazdığı melankolik yazıları ve deli dolu haline çokça kez şahit oldum...bu yüzden Esrayla bu sohbete başladığımda aklimda sadece bir başlangıç sorum vardı, gerisini akışa bıraktım, akıp giderken konu konuyu açtı. Ben zaten Esrayla sohbet etmek istedim, her ne kadar o artık başarılı bir Uzm. Psk. Esra Yatağan olsa da, ucundan, etrafından tadı damağımdan kalan ve ona da, bize de güzel izler bırakan kelebenkle kahve içimlik ufak  bir sohbet hayal ettim.

    Uzman olduğu konularda kendisini net ve çok profesyonel ifade edebildiğini düşünüyorum zaten. Biraz iç dünyası, biraz iş hayatını, düşüncelerini ve olaylara yaklaşımı derken, birden bana sorulan mucize soruyla olayların rengi tam değişecekti ki, kaydı durdurdum. Kim bilir ben kime asik oldum?

    Sorunun cevabini Esra biliyor. Neyseki, Esra bir Aylin Cifci degil ve sir tutmasini cok iyi biliyor.

    Herkesin mucizesi kendisine diyerekten, Esranın zamanında yazılarıyla bana kattıklarının ayrı bir yeri varken, bugünler de katıldığım seminerinden, cebimde iki taşla ayrıldım. Duygusal sağlamlık adına payıma düşen notlar bir yana, sevdiğim ve sevmediğim herkese bu yarışmada başarılar dilerim. Şefkat adına söylebileceklerim simdilik bu kadar hocam, bir de Şefki var, daha sonrasında Şevket de var mesela, hiç bunları konuşmadık...

    Şefkat pişmaniyedir. Ağzında erir. Tatlıdır. İyidir. Her şefkat beni biraz kedi gibi yapar. Konu saptı. Her zamanki gibi.

    Esra, podcast kanali ac. Tesekkürler.

  • Bir kerede yazmayi deniyorum: portivea portovecia praovaccia, tanitmak istedigi isim, bunlarin hic biri degil.

    Twitter'da PORTOVECCHIAA olarak taninan Eser'le bir araya geldik ve neden kimsenin yazamadigi, telafuz dahi edemedigi ismi kullandigini konustuk. 

    Babam bile Eser'le tanismis ve üstelik selfie bile cekmisken, benim ortak tanidigimiz oldugu halde hala daha tanismamis olmam da akillarda bir soru isareti.

    Ve ayrica tanimadigim halde PORTOVECCHIAA yagmurlugu neden bes yildan beri benim dolabimda?

    Ayrica ne zaman Twitter hesabini da kapatacagini itiraf etti. Fenomen konugum olunca neden iceriksiz baslik atan magazincilere dönüstügümü bilmiyorum. Biraz heyecan var, kusura bakmayin.

    Bu ve bunun gibi esrarengiz sorulara cevaplar var bu bölümde. 

    Profil fotografiyla kendisinin hic bir alakasi yok gercekten. Sen yine de degistirme fotonu Eser. 

    Twitter dünyasi, herkesin linc yiyebilecegi, bir günde fenomen olabilecegi ve etkilesimlerden boyutlarin ve hatta hayatlarin degisebilecegi bir ortam. 

    Her ne kadar bazen gerceklerden uzak olsa da, bazen da gercegin ta kendisi olabiliyor. 

    Ama bunu benden degil Eser'den dinleyin, cünkü o bütün bunlari gayet iyi özetlemis bir insan.

    Ben de hic olmadi kedili bir tweet atayim bari, biraz fav alirim belki.

    He, bir de takip edelim su cocugu yahu, 100bin olunca soyunup bir seyler aciklayacakmis. 

    Ayrica: Porto-Vecchio'nun nüfusu 11.844 - ey Eser Belli, sen kac Porto-Vecchio ediyorsun artik kendin hesapla. 

    https://twitter.com/portovecchiaa

  • Bazı şeyler mantığıma yatmadığı sürece, gerçeklikle ilgili olan bağını kuramıyorum. Ruhaniyet (umarım böyle bir kelime vardır) "pek" bana göre bir şey değil. Amber'le konuştuktan sonra aslında kişiliğimizi ilgilendiren her şeyde çok seçici olmamız gerektiğini düşündüm.

    Ben kendi adıma yaptığım seçimlerde genelde özensiz davranıyorum ve sonrasında pişmanlıklar da yaşıyorum. Bir başkasına hediye alırken mesela çok zorlanıyorum çünkü birisine hediye almak büyük bir mesele benim için. Konumuz her ne kadar hediyeler olmasa da, Amberin kariyeri üzerindeki deneyimleri ve bir psikoloğun (umarim böyle yaziliyordur) çalışma şeklini duyduktan sonra kendime çıkardığım pay bu.

    Teknolojiyle birlikte değişen yaşamlarda, terapiler değişmiş midir? Ve bel altı çizgisi nerededir? Psikologları her kriz anında aramamız doğru mudur? Sorular sorular...

    Beş yıl önce Amber'in doğum hikayesi beni hayalperestliğimden, gerçeklere getirmişti ve ben bunu gerçekleri çok sevmiştim. Hayatta her şey başımıza gelebilecekken, bir çok şeyi çok uzak görüyoruz - yaşarken bunu farkında bile değiliz - hoş, insan başına gelen şeylere de bir şekilde hiç fark etmeden uyum sağlayabiliyor - tıpkı bu evde kalma süreci gibi. Bu yüzden bölümün sonuna doğru bahsettiğimiz Duru'yu dinleyin, bana hem sohbet ederken hemde bölümü dinlerken, çok iyi gelmisti. 

    Bu kaydı Mayıs başında yapmışsız, üstünden tekrar bir ay geçmiş neredeyse.

    Haziran kapıda.

  • Kimi insanlarla uzun uzun sohbetler ederek vakit geçirmek istiyorum. Bazen günler yetmezmiş gibi geliyor.

    Dilek'e onunla bir bölüm çekmek istediğimi söylediğimde şaşırmıştı, ne anlatabilirim ki ben demişti. Bir çok kişi şaşırıyor. Benim öyle acaip bir hayatım yok, ben ne anlatabilirim diyen çok kişi oluyor. Acayip hayatlar pesinde degilim oysa ki. Bu podcast işine girmemin sebebi tam olarak buydu zaten. Farkli hayatı olan, ünlü tanıdığımız, takip ettigimiz çok insan ve hikayesi var. Ama bir karşı komşunun düşüncelerini, bir bakkal amcanın hayata bakışını tam olarak bilmiyoruz. Statü, meslek, hayattaki başarısı ve tercihler fark etmeksizin seçiyorum konukları. Mutlaka bir hikayesi oluyor, bazen daha iyi anlayabilmek için konuk olarak davet ediyorum. Bazen sadece bizim aramızda değil, baskları da duysun, bir şeyler çıkarsın kendine diye...Mesajlar, yorumlar ve sorular aldikca daha da zevkli oluyor.

    Biz iki Almancı  - sanırım böyle diyebilirim :) Almanya ve Türkiye arasındaki bir takım dengelerden, melez olunca hangi yönümüz daha ağır basar ve Marmaris köyken nasıl bir yermiş onları konuştuk. Doğum günlerine verdiği önem ve benim doğum günlerine vermediğim önem üzerinden kanılara vardık ve benim yakinda dogum günüm var Dilek :)

    Belki bir dahaki sefere bambaşka bir konudan konuşabiliriz. Çünkü fark ettim ki, Dilek'e sormak istediklerimin yarisini sormamisim bile. Bir dahaki sefere Nesrinin dügününde giydigin elbiseyi konusabilir ve devaminda da Annelik hikayenden bahsederiz belki :)

  • Sezerle tanıştığım gün, onu öldürmek zorundaydım! 

    İlk kez tanıştığım insanlarla, bir kişinin katil olduğu, bir oyun oynuyorduk ve Sezerin tipi öldürülmeye müsaitti. Masum ve efendi birine benziyordu çünkü. Belki kendime yakın da hissetmiş olabilirim, çünkü Sezer ve ben bir otobüste giden şoförle muavin gibiyiz.

    Bir sosyal medya profilinde şöyle demiş kendisi için  "film-travel-whisky!" Bu gerçekten baya doğru bir analiz olabilir kendisiyle ilgili, fakat bu adamın kendi hayatını nasıl zenginleştirdiği ile ilgili sanırım 100 sayfalık bir kitap rahatlıkla yazabilirim. Tam bir zevk gürmesi - aslında burada başka bir kelime de kullanabilirdim, aman ha - ayıp etmek istemedim. 

    Bir erkek ve üç kadının yanında 2013'ten beri kurduğumuz ortaklığı gayet iyi idare edebildiğini düşünüyorum.

    Üç kadınla çalışmanın nasıl bir şey olduğundan tut, nasıl kanun çalmayı öğrendiğini, tuvaletlerin onun için önemini, whisky tutkunluğunu ve son olarak seyahatlerde yaşadığımız ufak anılarımızı konuştuk.

    Bu bölümde biraz ev ortamı, arka fonda az biraz ağlayan bir bebek ve arada masaya bıraktığımız çay bardaklarının sesini duyabilirsiniz.

  • Ben herhangi bir fotografla bir yarismaya katilmis birisi degilim. Sevmiyorum. Yarislari sevmiyorum genel olarak. 

    Belki birinci belli modundayimdir. Sanirim Seyhan da kendisini yarismalara katilacak kadar cesur görmüyordur. Naif konusmasindan bunu iddia ediyorum, belki de gayet yarisirim canim diyordur. 

    Katilmadigi bir fotograf yarismasindan nasil kazanarak cikilir kendisinden dinleyin. 

    Bu bölümü hazirlarken fark ettim ki, cok konusmusum. Seyhan neredeyse hic konusmamis. Aslinda böyle biri degilim veya  böyle biri miyim ki? 

    Evet kesin böyle biriyim ve diger bölümdeki konuklarim konusmama izin vermemis, resmen icimi dökmüsüm Seyhanin bölümünde. Beni konuk ettigin icin tesekkür ederim Seyhan. 

    Ayrica diger üc bulusmamizi unutup, sadece bir kez görüstügümüzü saniyordum yillardir. Herkese de, Seyhani bir kez gördüm ben diye anlattim. 

    Suursuzlugun beden almis hali miyim dersin....Belki "Luftmensch" olmandan da kaynaklaniyor olabilir. Almanca bilmiyorsun saniyordum. 

    Inanci sorgulayan ögrencilerinden, inandigi dinin derinliginden bahsederken, Seyhanimizi en cok kitaplariyla tanidik - her ne kadar benden daha fazla kitap yarida birakmissa da - benden cok daha iyi bir okur bence! Tavsiye etmesini istedigim bir kac kitaptan siz de bu bölümü dinleyerek faydalanabilirsiniz.

    Faydalanmak ha!?!