Lyssna senare

  • 4 Kasım 1922 tarihinde TBMM’de Lozan Heyeti’nin yapacağı işlerin görüşülmesi sırasında Dersim Milletvekili Diyap Ağa söz almış ve şöyle demişti:

    Allah muinleri olsun. Hangisini münasip görmüş ise öyle eylesin. Hamdolsun gidenler dinini, diyanetini bilir adamlardır. Heyet içinde bulunanlar zannederim, kendi dinine, diyanetine hiyanet etmek istemez. (Alkışlar) Hepimiz biriz. Ne Türk, ne Kürtlük davası vardır. Hep biriz, kardeşiz. (Bravo sesleri, alkışlar) Bir kişinin beş on oğlu olur. Biri Hasan, biri Ahmed, biri Hüseyin, biri Mehmed isimli olabilir. Fakat hep bir insandırlar. Biz de öyleyiz. Yoksa ayrı, gayrimiz yoktur…

  • İkinci Dünya Savaşı’nın ikinci yılında, 18 Haziran 1941’de Türk-Alman Dostluk Anlaşması’nın imzalanması üzerine o güne dek “aktif tarafsızlık” politikası izleyerek savaştan uzak kalmayı başaran Türkiye’de adeta bayram havası esmişti. Müttefik Devletler Türkiye’nin tarafsızlıktan vazgeçip Mihver Devletleri’nin yanında savaşa girmesinden endişe ediyorlardı. Ancak 200 gün süren Stalingrad muharebesinin 2 Şubat 1943’te Sovyet halklarının zaferiyle sonuçlanmasıyla bu ihtimal azalmış buna karşılık Müttefiklerin yanında savaşa girmesi ihtimali güçlenmişti. Bu konu Müttefiklerce 30-1 Şubat 1943’te Adana Konferansı ve 28 Kasım 1943’te Tahran Konferansı’nda ele alındı. Bu sefer Stalin şüpheciydi: “Ne kadar baskı yaparsak yapalım Türkiye’nin savaşa gireceğini sanmıyorum” diyecekti. Tahran Konferansı’nın ikinci oturumunda Churchill Stalin’e dedi ki: “Eğer Türkiye savaşa girme teklifimizi reddederlerse bunun ciddi siyasi sonuçları olacağını Türkiye’ye söyleriz. Özellikle Boğazların statüsünü etkileyen konularda…” Stalin o gün cevap vermemişti ama konu üzerine ciddiyetle düşünmeye başlaması muhtemelen o gün olmuştu…

  • 4 Mart 1925’te çıkarılan Takrir-i Sükûn Kanunu ile başlayan (Mete Tunçay'ın deyimiyle) ‘solda sükûn dönemi’ ancak Cemiyetler Kanunu’ndaki değişikliklerin yürürlüğe girdiği 10 Haziran 1946’da bitmişti ama bu tarihten itibaren kurulan altı sosyalist partiden sadece Esat Adil Müstecaplıoğlu’nun liderliğini yaptığı Türkiye Sosyalist Partisi (TSP) ile Dr. Şefik Hüsnü’nün liderliğini yaptığı Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi (TSEKP) etkili olabilmişti. Bu iki parti de 1925’den beri yeraltında faaliyet gösteren Türkiye Komünist Partisi’nin (TKP) kadroları tarafından kurulmuştu aslında. Bu partilere paralel olarak kimi kendiliğinden, kimi komünistlerin öncülüğünde 100 civarında sendika faaliyete geçti. Bu bağlamda en örgütlü kesimler kömür işçileri, tütün işçileri, mürettipler, kunduracılar ve mensucatçılar idi. Yasaklar kalkar kalkmaz bu kadar çok sayıda sendika kurulması ve dönemin CHP’li Dahiliye Vekili Şükrü Sökmensüer’in dediğine göre bunların 38’inde komünistlerin egemen olması Recep Peker Hükümeti’ni hem şaşırtıp hem de ürkütünce de Aziz Çelik’in tabiriyle “1946 baharı” topu topu altı ay sürmüştü. 16 Aralık 1946 tarihinde alınan bir karar uyarınca İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı, CHP yanlısı İstanbul İşçi Sendikaları Birliği (İİSB) yöneticilerini sadece sorguya çekmekle yetinirken, TSP ve TSEKP ile bu partilerin etkili olduğu sendikaları ve gazeteleri kapattı. Bu partilerin TKP ile ilişkili görülen yöneticileri TCK’nın 141 ve 142. Maddelerine muhalefetten ağır cezalar aldılar. Dolayısıyla 14 Mayıs 1950'de Demokrat Parti'yi ezici çoğunlukla iktidara getirenler arasında bu ağır baskılarla adeta nefes hale gelemez hale getirilen işçi sınıfı da vardı.

  • Köy Enstitüleri fikri 1931’den itibaren Türk Ocakları’nın yerini alan Halkevlerinin köy şubelerinin işlememesi üzerine ortaya çıkmıştı. Bu konuda ilk kafa yoran 1933’te MEB olan ancak 1934’de vefat eden “köycü” Reşit Galip Bey’di. Ancak onun misyonu devam etti ve CHP’nin 1935 Kurultayı’nda köy eğitimine ağırlık verilmesi kararı alındı. İsmail Hakkı Tonguç'un İlköğretim Genel Müdürlüğü’ne atanmasını takiben 1937’de denemelere başlandı. 1939’da Eskişehir-Çifteler, Kırklareli-Kepirtepe, Kastamonu-Gölköy ve İzmir Kızılçullu Köy Enstitüleri açıldı ve 17 Nisan 1940 tarihinde bunlara eklenen on okulla Köy Enstitüleri resmen kuruldu. Ama hikayenin sonu mutlu bitmedi.

  • ‘Kürdistan’ terimi ilk kez, son Büyük Selçuklu Sultanı Sancar Bey’in (ö. 1157) merkezi bugünkü İran’ın Hemedan kentine yakın Bahar kenti olan ‘Kürdistan Eyaleti’ için kullanılmıştı. Kaşgarlı Mahmud'un 11. yüzyılda kaleme aldığı sanılan Divan-ı Lügat-it Türk'ün ekindeki haritada 'Arzü'l Ekrad' (Kürtlerin Dünyası) ifadesi okunuyordu. Yavuz Sultan Selim (1512-1520) döneminde İran’dan Irak’a, Suriye’den Anadolu’ya uzanan geniş Kürdistan coğrafyasının önemli bir bölümüne hakim olan 28 Kürt beyi (Ümera-yı Ekrad) değişik imtiyazlar karşılığında Osmanlı Devleti’ne bağlı kalmaya söz verdiler. Bu dönemin belgelerinde coğrafi terim olarak ‘Kürdistan’ kullanılıyordu...

  • 20. yüzyılın başlarından itibaren, Fransız sömürgeciliğine hem İslamcı gruplardan hem milliyetçi gruplardan hem de solcu gruplardan örgütlü tepkiler gelmeye başlamıştı. Bu üç kesim de farklı nedenlerle Türkiye’deki Kemalist deneyimi büyük ilgi ile izliyorlardı. Kasım 1919'dan itibaren Fransızlar, Adana-Antep-Urfa yöresini işgal ettiklerinde, Fransız birliklerindeki Moritanyalı, Libyalı, Tunuslu ve Cezayirli askerler Moritanyalı, Libyalı, Tunuslu ve Cezayirli askerlerin bir bölümü Türk tarafına geçmişlerdi. Milli Mücadele’nin kazanılmasından sonra da bu askerler Türk vatandaşlığına alındılar, kendilerine bir miktar toprak verilerek Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde iskân edildiler. Ama ilgi bununla sınırlı kaldı. 1830’dan beri Fransız sömürgesi olan Cezayir sorununa uluslararası kamuoyunun dikkatini çeken Komünist Enternasyona…

  • Süryanilerin kökenine ilişkin tartışmalar, milliyetçilik akımlarının şiddetlendiği 19. yüzyılda ortaya çıktı. Bugün özellikle diasporada, tarihlerini Asurlulara götürenlerle, ilk Hıristiyan topluluklarından Aramilere götürenler arasında ateşli bir tartışma sürüyor. Asurlular en eski yazılı belgeleri MÖ 2000 yıllarına ait olan Mezopotamyalı bir şehir devleti halkı. Mezopotamya kavimlerinin karışımı olduğu iddia edilen Aramiler ise tarih sahnesine MÖ 1400’lerde çıkmışlar. Tevrat’a göre, Aramiler ile Asurlular Nuh’un oğlu Sam’ın beş oğlundan ikisinin neslinden geliyorlar, ama MÖ 1000’li yıllarda birbirlerine düşman olmuş bu iki kardeş. Aramilerin en azından bir bölümü, 30’lu yıllarda Hıristiyanlığı kabul ederek 38 yılında Antakya Patrikliğini kurdular. Hıristiyanlığı kabul etmeyen Aramilerden ayırt etmek için, bu gruba Süryani denildi. Yani Süryani adı, kökeni Asur veya Arami olan bir halkın dinsel adı. Bu yüzden de bugün Süryani denince akla etnik vurgusuna göre dinsel vurgusu ağır basan etno-dinsel grup geliyor.

  • Pek çok işyerinde pandemiyi gözardı eden koşullara, düşük ücretlere, sigortasız ve güvencesiz çalıştırılmaya, kıdem tazminatlarının gaspına; sendikalaşmanın engellenmesine karşı direnişler, grevler yapılırken emek tarihi ne diyor?

  • Kazım Karabekir mi, Enver mi, Mustafa Kemal mi? Geçen hafta TKP lideri Mustafa Suphi ve yoldaşlarının 28/29 Ocak 1921 gecesi, Karadeniz'de katledilişinin hikayesini anlatmıştık. Bu hafta “azmettirici kimdi?” sorusuna cevap vereceğiz...

  • Türkiye için kuraklık artık depremden daha büyük tehlike. Yakında iklimsel kaynaklı ölümleri görmeye başlayacağız" derken Anadolu'nun kuraklık tarihi bize ne anlatıyor?

  • 1916 Sykes-Picot Haritası,1920 Sevr Haritası, nihayet 2020 Sevilla Haritası... "Haritalar en az toplar ve savaş gemileri kadar emperyalizmin silahları olmuştur" diyen harita tarihçisi J. B. Harley haklı mı? Ayşe Hür: "Çek Cumhuriyeti'nin Pavlov köyü civarında bulunan mamut dişine çizilmiş harita MÖ 25.000 yılına tarihlenir ve üzerinde dağ, nehir ve vadileri gösterdiği sanılan çizgiler vardır. 1930 yılında Kerkük yakınlarındaki Ga-Sur yerleşiminde bulunan 7,6x 6,8 santimlik kil tablet, Azala adlı birinin 354 iku (12 hektar) boyutlarındaki tarlasına dair bir haritayı gösterir..."

  • Ayşe Hür: "1923 Temmuz’unda Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanmasıyla artık resmen varlığını ilan eden Türkiye Cumhuriyeti’nin bu yeni devlete 'Türk ulusu' yaratma çabalarının bir parçası olarak 1924 yılının Temmuz ayında bugünkü konservatuvarın karşılığı olan İstanbul Darü’l-Elhan’ının hocalarından oluşan heyet Ege Bölgesi’ni kapsayan bir geziye çıktı. Amaç, bölgede söylenen tüm ezgileri kayıt altına alıp, yeni kurulan devletin “milli” müzik arşivini oluşturmaktı. 1926’da benzer bir heyetin hedefi ise tüm Anadolu’nun ezgilerini kayıt altına almaktı. Heyetin ilk durağı Adana idi, ardından Gaziantep’e geçtiler, ardından Urfa’ya gittiler. Gezileri sırasında 250’ye yakın türküyü derleyip kayıt altına aldılar. Bunu 1929’a kadar dört gezi daha izledi. Bu gezilerde derlenen 850 kadar ezgi 14 defter halinde arşivlendi. 1929’daki son gezide halkoyunları da filme çekildi..."

  • Bir asırlık Kürt Meselesi'nin tarihinden: sene 1930, Ağrı Dağı'nda bir Kürt Cumhuriyeti... Ayşe Hür: "1926 yılının Ekim ayının başında 4 bin kişilik bir Kürt birliği Beyazıt’ı bastı ve bazı Türk subay ve erlerini İran’a kaçırdı. Ankara’nın buna cevabı, Beyazıt’ı ilçe, Karaköse’yi il yapmak ve İran’la transit ticareti kesmek oldu. Mayıs 1926’dan itibaren Celâlî Halit Bey’in başkanlığındaki Ezidi, Sünni ve Alevi aşiretlerinden oluşan Celâlî Konfederasyonu, Ağrı Dağı’na sığınmıştı.1927'de Lübnan'da kurulan Xoybun dağdaki hareketi yönetmek üzere, Osmanlı ordusunda kurmay binbaşı olan ve Eylül 1924’teki Nasturi (Beytüşşebab) Ayaklanması’ndan sonra sırasıyla Suriye, Irak ve İran’a geçen İhsan Nuri Bey'i görevlendirdi. İsyancılar Ağrı Dağı’nda minyatür bir Kürt cumhuriyeti yaratmış ve İngilizlerin aracılığıyla Milletler Cemiyeti’ne bile başvurmuşlardı. Sarı, kırmızı ve yeşilli bayrakları, Agiri adlı gazeteleri vardı..."

  • 49'lar Davası, Sivas Kampı ve Doğu Grubu... Ayşe Hür: 'Milli Birlik Komitesi’nin yakında neşredeceği vesikalarda bir Kürdistan hükümeti tesisi için DP grubu içinde çalışanların varlığı ispat ediliyor. Sabık iktidar, Şeyh Said’in oğlunun Rus yapısı ciple Doğu’da propaganda yapmasına göz yummuştur.” 31 Mayıs 1960, Cumhuriyet) 1 Haziran 1960’de, çeşitli kaynaklara göre sayıları 248 ila 485 arasında değişen bir grup şeyh, ağa ve derebeyi tutuklanarak Sivas Kabakyazı’daki 5. Er Eğitim Tugayı’na götürüldüler. Cemal Gürsel: 'Eğer yola yordama gelmezlerse, dağlı Türkler [Kürtler] rahat durmazlarsa, ordu, şehir ve köylerini bombalayıp yıkmakta, tereddüt edilmeyecektir. Öyle bir kan gölü olacaktır ki, ülkeleriyle birlikte batacaklardır.' (16 Kasım 1960, İsveç gazetesi Dagens Nyheter) 'Küçük Yassıada' diye anılan Sivas-Kabakyazı kampındaki 55 kişi Aralık 1960'dan Ekim 1963'e kadar Antalya, İzmir, Burdur, Muğla, Afyon, Isparta, Manisa, Çorum ve Denizli’de zorunlu ikamete tabi tutuldular."

  • Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idamlarının 48. yılında 1968 Baharı ve mirası... Ayşe Hür:
    "Bir grup genç Marksist, cinsel özgürlükçü ve anarşist bir karışımdan oluşan söylemlerle 22 Mart 1968'de Nanterre Üniversitesi’nin idare binasını işgal ettiler. Liderleri 'Kızıl Danny' lakaplı Daniel Cohn Bendit idi. 2 Mayıs 1968 günü Paris'teki Sorbonne’un bahçesi, rektörün deyimiyle 'Nanterreli kudurmuşlar' tarafından dolduruldu. Rektör, 'Occident' (Batı) adlı sağcı öğrenci grubu ile işgalciler çatışmasın diye polisi üniversiteye davet edince olaylar çığırından çıktı. 6 Mayıs’tan itibaren Sorbonne'un bulunduğu Quartier Latin’de öğrenci polis çatışmaları yaşanıyordu. Bu çatışmaların en önemlisi 'Barikatlar Gecesi' denilen 10-11 Mayıs 1968 gecesi yaşandı. Henri Weber: Fransız tarihinde barikatlar hep halk ayaklanmalarının kahramanlıklarına karışmıştır: 1830, 1848 ve 1871 Paris Komünü. Barikat bir simgedir, kralların ve gericilerin ordularına karşı işçilerin, fakirlerin savunusudur.”

  • Ayşe Hür, 1915 Ermeni Soykırımı’nın 105. Yıldönümünde “Katolik, Protestan Ermeniler ile İstanbul, İzmir ve Edirne Ermenileri sürülmedi” yalanını değerlendiriyor. Ayşe Hür: Öldürülen Ermenilerin sayılarıyla pervasızca oynayan resmî tarihçilerin, İTC’nin 1915’te Ermenilere reva gördüğü muamelenin “soykırım” olmadığını kanıtlamak için ileri sürdüğü tezlerden biri Ermenilerin “grup olarak hedef alınmadıkları” idi.Tehcirin başlangıcında bütün vilayetlere gönderilen emirlerde "vilayet dahilindeki kura ve kasabatda bulunan bila istisna (istisnasız) bilimum (bütün) Ermeniler aileleriyle birlikte ihraç edilecektir" yazar. Talat 11 Ağustos 1915'de vilayetlere çektiği telgrafta "Ermeni Katoliklerin diğerleri ile birlikte sevk ve tediblerini" ister. 15 Ağustos'ta Almanların baskısıyla "Protestan mezhebinden Ermenilerin [henüz] sevk olunmayanlarının sevkinden sarf-ı nazar edilsin" der.

  • Ayşe Hür bu haftaki programında, 23 Nisan 1920'de kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kuruluşunun 100. yılında TBMM'nin öteki yüzüne bakıyor.

  • Ayşe Hür bu haftaki Tarihin Öteki Yüzü programında, Tek Parti Dönemi’nden günümüze, siyasette ve edebiyatta köy, köycülük, tarım politikalarını ele alıyor. Ayşe Hür: ''Türkiye'nin sahibi hakikisi ve efendisi, hakiki müstahsil olan köylüdür. O halde, herkesten daha çok refah, saadet ve servete müstahak ve elyak olan köylüdür!" Mustafa Kemal bu sözleri TBMM'nin 1 Mart 1922 tarihli Üçüncü Toplanma Yılını açarken söylemişti.1920’lerde köylülüğün yüceltmesinin nesnel temelleri vardı. Ailelerin yüzde 5'i toprakların yüzde 65'ine sahipti. Yüzde 95'i de kalanı paylaşıyordu. Gayri Safi Milli Hasıla'nın (GSMH) yüzde 40-50'si, ihracatın yüzde 95'i tarım ürünü idi. 17 Şubat-4 Mart 1923 tarihli İzmir İktisat Kongresi'ndeki konuşmasına bakılırsa Mustafa Kemal, bir ara İngiliz tipi liberal sanayileşmeyi arzulamıştı. Ancak 1930'ların ortasında bile yönetici zümre, 'Türkiye bir tarım ülkesi mi yoksa bir sanayi ülkesi mi olsun?' konusuna karar verememişti.''

  • Tarihçi Ayşe Hür bu haftaki programında, '19 Ocak 2020'de Libya iç savaşını görüşmek için toplanacak olan Berlin Konferansı, 135 yıl önceki bir başka Berlin konferansının tekrarı mı? 15 Kasım 1884-26 Şubat 1885 Berlin Konferansı'nda Afrika'nın talanı nasıl planlandı?' sorularını ele alıyor: Afrika’nın sömürgeleştirilmesinde, İskoç kaşif, doktor ve misyoner David Livingstone’un 1841’de Cape Town’da başlayan ve 1873 yılında Zambia’da sona eren "keşif gezileri"nin rolü büyüktü. Livingstone’nun Afrika’dan gönderdiği haberler kesilince New York Herald muhabiri Henry Morton Stanley onu aramak için 1871’de Afrika’ya gitti ve Livingstone öldükten onun misyonunu devam ettirdi. Güya ülkesi için yeni sömürgeler arayan Belçika Kralı II. Leopold, Stanley’in yazılarından sonra gözünü Kongo havzasına dikti. 1879-1894 arasında bugünkü Zaire'yi şahsi mülkü haline getirdi. Portekizli sömürgeciler Angola ve Mozambik’i en vahşi yöntemlerle sömürüyor, köle ticaretinden aslan payını alıyorlardı. İngilizler güya köle ticaretine karşıydılar ama Portekiz’in Kongo’yu sömürgeleştirme çabalarına perde arkasından destek veriyorlardı. Fransa ise donanma subayı Pierre de Brazza aracılığıyla Orta Afrika’yı ilhaka girişmiş ve 1881'de Brazzaville diye anılacak şehri kurmuş ve buraya Fransız bayrağını dikmişti. Britanya, 4 Haziran 1878 Antlaşması ile Osmanlı İmparatorluğu’ndan Kıbrıs'ı kiralayınca, Fransa’nın tepkilerini önlemek için 1881’de Tunus’un Fransızlar tarafından işgaline göz yumdu. Tunus’un 1881’de Fransızlar tarafından işgaline kızan Almanya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Üçlü İttifak'ı kurunca o tarihe kadar sömürgeciliğe karşı olduğunu iddia eden Almanya Afrika işlerine müdahil oldu. 1882’de “Bizim denizlere açılacak donanmamız yok, bizim sömürgeler için Fransızlarla savaşacak halimiz yok” diyen Bismarck 1883’te Alman tüccarlarının baskısıyla önce Gine Körfezi’nde “incelemeler” yaptı, ardından Kamerun, Togo, Zengibar Sultanlığı’nı işgal etti.
    1877'de Transvaal'i, 1882'de Mısır'ı işgal ederek Afrika'yı güney ve kuzeyden paranteze alan Britanya’nın bundan sonraki hedefi arada kalan toprakları sömürgeleştirmekti. Britanya’nın Kongo havzasının paylaşımı için Portekizlilerle yaptığı gizli anlaşmalar Belçika, Fransa ve Almanya’yı kızdırınca 15 Kasım 1884’te “Sömürgeler Üzerine” Berlin Konferansı toplandı. Başlangıçta Berlin Konferansı’na Osmanlı İmparatorluğu davet edilmemişti. Britanya’nın araya girmesiyle kriz aşıldı ve Berlin Sefiri Mehmed Said Paşa ve Sefaret Müsteşarı Ohannes Efendi konferansa katıldı. Ama Osmanlı tarafının talana katılma talebi karşılık görmedi. Belçika Kralı II. Leopold 1885-1908 yılları arasında 23 yıl boyunca şahsi mülkü haline getirdiği Kongo’da 30 milyonluk nüfus işkenceler, köle alım-satımı, bulaşıcı hastalıklar ve katliamlarla 8-9 milyona düşürürken kauçuk plantasyonlarından gelen milyonlarca frangı cebine indirdi. 1887’de Etiyopyada İtalyanlara karşı Dogali Savaşı’nı, 1888’de Tanganika’da Almanlar ve İngilizlere karşı 226 Afrika kabilesinin direnişini, 1892’de Orta Afrika’da Fransız İngiliz, Alman ve Belçikalılara karşı Swahili Savaşı’nı, 1893’te Gine ve Gabon’da Fransız ve İngilizlere karşı Ekemenku Ayaklanması’nı Avrupa basını hiç yazmadı. 1904-1907 arasında Hererolar ve Namaların Alman Generali von Trotha’nın birlikleri tarafından soykırıma uğratılması 1990 yılında Namibya’nın resmen kurulmasına kadar Batı kamuoyunda bilinmiyordu. Almanya 20. Yüzyılın bu ilk soykırımı için yarım ağızla özür dilemekle yetindi. Fransa’nın Kongo ve Gabon’da yok ettiği yerli nüfus ise en iyimser kaynaklara göre 200 bin, bazılarına göre ise 800 bin civarında. Sadece Kongo-Okyanus Demiryolu inşaatında 20 bin yerli işçi ölmüştü. 1911 Trablusgarp Savaşı sonunda Osmanlı İmparatorluğu’ndan İtalya’nın egemenliğine geçen Libya'daki Sunusi rejiminin İtalya'ya direnişinin bedeli ise toplama kamplarında 100 bin sivilin ölmesi oldu.

  • Tarihçi Ayşe Hür, bu haftaki programında, 1928 harf inkılabının öteki yüzüne bakıyor. Ayşe Hür: ''Münif Paşa dile getirdi. 1879’da Latin ve Yunan alfabelerinden esinlenerek yeni bir Arnavut alfabesi hazırlayan Şemseddin Sami Bey, benzer bir reformun Osmanlıca için de yapılmasını önerdi. 1913’te Harbiye Nazırı Enver Paşa, kendi dairelerinde daha sonra Enver Elifbası diye anılacak olan harflerin ayrı yazılmasına yönelik değişikliği önermişti. Enver Elifbası’na, dönemin subaylarından Mustafa Kemal “Peki, güzel! İyi bir niyet; fakat yarım iş, hem de zamansız. Harp zamanı harf zamanı değildir” diye karşı çıktı. 1923 İzmir İktisat Kongresi’nde İzmirli işçi delegesi Ali Nazmi 1908’de Arnavutluk’ta, 1922’de Azerbaycan’da olduğu gibi Türkiye’de Latin alfabesinin kullanılmasını teklif etti. 28 Mart 1926 tarihli Akşam gazetesinin “Latin Harflerini Kabul Etmeli mi, Etmemeli mi?” başlıklı anketine cevap verenlerin çoğu Latin harflerine karşı çıkıyordu.''