Avsnitt
-
Teselli kavramının, acıdan kurtuluş çaresi olarak önümüze sürülen basmakalıp sözlerle, bir yara yokmuş gibi, hiç açılmamış gibi yalnızca olumlu tarafını düşünme önermeleriyle aynı çerçevede düşünülmesini istemem. Çünkü bana soracak olursanız, teselli bulduğumuzu söylediğimizde artık acı çekmediğimizi ima etmiyoruz. Sanıyorum teselli bulmak, acının kendisi hafifleten bir şeyden ziyade, acıyı taşımamızı kolaylaştıran, acıyı çekenin taşıma gücünü arttıran bir şey. Teselliyi bir kez böyle görmeye başlayınca, her şey berraklaşıyor. En azından benim için öyle oldu. Gelin bugün birlikte, "teselli nedir" ve "kaynakları nelerdir" soruları yanıt arayalım.
-
“Öldüğünü kabul edemiyorum.” Yas tutarken bu cümleyi hepimiz değilse de çoğumuz söylemişizdir. Sanki uzak bir yere gitmiş de gelecekmiş gibi. Arasak telefonu açacakmış gibi gelir bazen. Ya da mesela kıyafetlerini dağıtmaya bir türlü elimiz gitmez. Eşyalarını saklarız. Ondan geçmiş zamanda bahsedemeyiz. Hâlâ o varmış gibi yaşarız bazen. Ölümün meydana geldiğine inanılmadığını belirtmek için, geleneksel olarak “inkar” kelimesini kullanırız. Ben bu geleneğe teslim olmak istemiyorum, çünkü inkar sözcüğü bende “gerçeği aktif olarak yalanlamak” gibi bir anlam çağrıştırıyor. Oysa biz yas tutanların anlatmak istediğimiz, kalple akıl arasındaki o aşılmaz uçurumu ima eden bir “kavrayamama” hali." Gelin, yakından bakalım.
-
Saknas det avsnitt?
-
Başımıza kötü bir şey geldiğinde ne oluyor da hepimizin değilse de çoğumuzun, çoğu zaman ilk tepkisi kendini suçlamak oluyor?
Kendini suçlamak, genelde, olumsuz bir eylem olarak, kurtulmamız gereken bir davranış olarak etiketlenir. Fakat böyle bakmak, kendimizi suçlamayı neden sürdürdüğümüzü anlama olanağı vermiyor bize. Hatta belki bizi utandırıyor bile. Bir de kendimizi suçladığımız için suçluyoruz kendimizi. Çok sık başvurduğumuz bir davranış olduğu için bugün, biraz içini açalım, ona daha yakından bakalım istiyorum: Nereden geliyor kendimizi suçlamanın bu karşı konulmaz gücü? Kendimizi suçlamak bize ne sağlıyor?
-
Nasıl oluyor da yaşadığımız ve yaşayacağımız onca şeye rağmen devam edecek gücü kendimizde er ya da geç buluyoruz?
Varoluşumuzun çekirdeğinde bizi geri dönüşsüz bir yıkımdan koruyan birtakım mekanizmalar vardır. İnkar onlardan biridir. Bir diğeri ise, onun bütünüyle zıt kardeşi, umut.
-
Yas ne kadar sürmeli? Neler hissetmeliyim? Normal olan ne? Bu süreçte psikolojik yardım almalı mıyım?
Yasın hep normal ve doğal bir süreç olduğundan bahsediyorum. Fakat bir yandan da biliyorum ki, çoğumuz birtakım belirtiler yaşamanın kayıpla başa çıkma konusunda bir başarısızlığa işaret ettiğini düşünüyoruz. Dahası bunları sağlıksız ve anormal buluyoruz. Gelin bugün birlikte, “anormal yas” diye etiketlediğimiz durumlardan bahsedelim biraz. Bu iddiaların bilimsel desteği var mı? Bir bakalım. Gerekirse onlara meydan okuyalım. Ve siz de bugün duyacaklarınız ışığında sorduğunuz “Bu normal mi?” sorularınızı tekrar değerlendirin. Ve dilerim, kendi yanıtlarınızı bulun.
-
Ölüm korkusu, evrensel bir korkudur. Çünkü kendini korumak temel bir içgüdüdür. Bu bölümde ölüm korkusuyla tipik başa çıkma şekillerimizden, ölüm korkusunu hafifletme yollarından, ölümün aslında ne kadar güçlü bir "uyan" çağrısı olabileceğinden bahsettim.